Kivi’nin Güncesi

Kemal ASLAN-

23 Aralık 2024

Kivi, aslında okuyucuların tanıdığı biri. Bu sitede onun hakkında dört yazı yazdım. O
zamanlar ona rengiyle hitap ediyorduk. Meğer bir ay önce yeni bir ismi olmuş Kivi.
Önceleri anonim bir ismi vardı Kara Kedi. Şimdi ise gözlerinin renginden dolayı Kivi
deniyor ona. Bu ismi en çok sabah karşılamayı dört gözle beklediği ve mesai saati
bitimine kadar odasında kaldığı can dostu söylüyordur. Küçük bebekler gibi o da sık
sık tekrarlanması nedeniyle adına alışmış mıdır? Acaba isminin asma türü odunsu
tırmanıcı bir bitkiden geldiğini biliyor mu? Kalp sağlığını ve bağışıklığı destekleyen C
vitamini yüksek bir meyve Kivi. Kara Kedi de pardon Kivi de öyle. En çok temasta
bulunduğu can dostuna iyi geliyor. Aralarında sıcak bir bağ var. Can dostu herkese –
ki normal- göstermediği yüzünü, sevgisini ona gösteriyor. Onun yanında daha çıplak.
Belki de insanlarla ilişkilerinde aldığı yaralardan dolayı böyle. Onun dokunuşlarında
etkileniyor kivi. O da başını onun ellerine sürerek sevgisini gösteriyor can dostuna.

Günümüzde en zor olan sevgiyi göstermek. İkisi de bu alanda başarılı bence.
Günceye başlamanın nedeni can dostunun 21 Aralık’ta sağ ayağının burkulması
sonucu kırılması. Yani ikisi de birbirinden mahrum. Karşılıklı sevgi, şefkat ortamından
uzaklar. Ayrılık girdi araya zorunlu olarak. Bir anlamda mesafeli bir ilişki aralarındaki.
23 Aralık Pazartesi günü okula geldiğimde Kivi’yi onun kapısı önünde gördüm her
zamanki gibi. Mesai olmadığından can dostu da hafta sonu gelmiyor. Aslında Kivi de
14 aydır bu duruma alışık. Gerçi beş gün var iki gün yok ritmini öğrenmesi epey
zaman almıştır. Zira onun bir mesaisi yok. O gün içinde can dostunun odasında
dinleniyor. 19’uncu yüzyılda maden işçisi olsaydık dur durak bilmeden günde
aralıksız tatil yapmadan 18 saat çalışacaktık. O zaman da kısa sürede sağlığımız
bozulacaktı. Hafta sonu iki gün dinlenmek bile insana yetmiyor bazen.

Özellikle Cuma geceleri uzun süren eğlence ortamlarından sonra kendine gelmek zaman
alıyor.
Kivi’nin böyle sosyal ortamlarda bulunma, rahatlama gibi bir derdi yok. Onun için kuru
ve ıslak mamasını yemek ve suyunu içmek öncelikli. Sonra da can dostunun

odasında uyumak. Aslında Fatih Belediyesi’nden alınan kartondan bir kedi evi var
ama oraya girdiğini ben görmedim. Gerçi can dostunun odasına sürekli gidiyor
değilim eskisi gibi. Ama bugünlerde gözlüyorum onu ne yapıyor, nasıl diye. Bu günce
yazma fikri de oradan çıktı.
Aslında lise üçüncü sınıfta kısa günlük tutmuştum. Hatırlıyorum Ecevit, 14 Mayıs
1972’de CHP Genel Başkanı seçilmişti İsmet İnönü’nün yerine. Kısmen siyasal
olayları aktarmıştım kısmen şiirlerim vardı daha çok kafiyeli yazdığım. Can
sıkıntılarımı da yazmıştım. Sonra vazgeçtim. Gazeteciliğe yönelişimde o dönemdeki
yazma çabamın etkisi var belki de. En azından bende rapor yazma bildirme geleneği
o yıllarda da varmış. Kivi’nin güncesini yazmama o ve can dostlu arasına araya
mesafe girmesi, yol açtı. Ondaki davranışları gözlemleyebilmemim de etkisi var.
Can dostunun halini onunla kısa yazışmalarımız ve konuşmalarımız çerçevesinde
biliyorum. Ona ilişkin gözlemleme olanağımın olmaması da doğal. Görünmez olmak
mümkün olsa bilimkurgu filmlerindeki gibi belki mümkün olurdu. Ama onun yaşadığı
zorluklara tanık olmak beni de üzer. O nedenle istemem.
Kivi, o sabah yani pazartesi günü beni görünce kaçmadı, bekledi. Yakınlaşmama izin
verdi. Ne de olsa 14 ayın on ayında ben de yakındım ona. Bence bana da aşina.
Etrafımda dolandı, cilve yaptı. Can dostunun on gün önce dediğinin tersine “Kara kız”
dediğimde bana baktı. Her sesleniş bir yöneliş aslında. Onu dikkate alma, ona değer
verdiğini gösterme. Doğrusu Kivi demeye ben daha alışamadım. Gözlerinde bir
hüzün var. Hatta derin bir keder mi diye düşünüyorum. Sonra “bunu da romantize
etme” diye iç sesim bana yanıt veriyor. Benim Kivi ile aramdaki bağın gevşek
olduğunun farkındayım. Kopmasa da. Fren mesafesinde değil uzun ara takip
mesafesi var aramızda tıpkı can dostuyla olduğu gibi.
Biraz daha yanına yaklaşınca bir anlamda onun mahrem alnına girince hemen “Hııı”
diye ses çıkararak dişlerini gösterdi. “Bana orada dur, mahrem alanıma girme” demek
istedi ve haklı olarak tepki gösterdi. Sonra yanımdan uzaklaştı. Kapının önünde can
dostunu bekledi. Ben “can dostun bir süre gel(e)meyecek, ayağı kırıldı.” diye durumu
izah etmeye çalıştım. Sözcükleri anlamasa da ses tonumdan farklı bir durum
olduğunu sezmiş midir? Çünkü herkes farklı bir durumu sezer kedi de olsa. Sonra
can dostunun yan odada çalışan arkadaşı geldi. İki odayı açtı. O da her sabah

3

yaptığı gibi can dostunun odasında kuru mamasını yedi, sonra suyunu içti. Benim
dersim olduğundan onu daha fazla gözlemleyemedim. Ancak o gün şunu fark ettim
her zamankinin aksine o can dostunun odasına hiç uğramadı. Hâlbuki o odada
uyumayı o kadar sever ki. Acaba terk edildiğini mi düşündü? Bu nedenle o oda da
kalmadı. Olan-biteni anlaması onun için de kolay değil. Sonraki saatlerde de ona
rastlamadım. Nereye gitti. O, arkadaşı olmayan yalnızlığı seven bir kedi. Görünmez
olup onun nerede olduğunu öğrenmek isterdim. Bu şimdilik mümkün değil. Belki bir
çip olsaydı üzerinde onun vasıtasıyla Kivi’nin kampüs içindeki dolaştığı yerlerin
haritasını çıkarmak mümkün olurdu. Hafta sonlarını da nasıl geçirdiği benim için
merak konusu. Bunları öğrenebilirdim ve merakımı giderebilirdim. Bir anlamda onun
da rutinini öğrenmek mümkün olurdu. Bu şimdilik mümkün değil. İnsan tanıdıkça bağ
kurdukça ötekini düşünmeden edemiyor. Bağ kurmanın temelinde de belirli rutinleri
yaşamak paylaşmak geliyor. O rutinler olmadan süreklilik olmuyor. Arkadaşlık dostluk
havada kalıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir