Kivi’nin Güncesi : 2

Kemal ASLAN-

24 Aralık 2024 (patievreni.com)-

Ben bugün her zamankinden on dakika geç geldim okula. Kivi, can dostunun kapısı

önünde bekliyordu. Odasının kapısı da henüz açılmamıştı. Fakülte sekreteri Ayşe

Hanım Kivi’nin aç olduğunu düşünerek plastik bir tabağa kuru mama koyarak kapının

önüne koydu. Akşamdan bu yana bir şey yemediğini varsaydığımız Kivi, önüne koyan

mamayla ilgilenmedi bile. Hâlbuki aç olduğu düşünülürse yemesi gerekirdi.

Dördüncü gün oldu can dostundan ayrı kalalı. Gerçi yaz aylarında Temmuz sonu ve

Ağustos ayı boyunca 15-20 gün görmediği de olmuştu can dostunu. O zaman böyle

değildi. Ayşe hanımın verdiği kuru mamayı yerdi. Ayşe Hanım da Kivi ile kedi

korkusunu geride bıraktı. Önceden odada kedi görünce çığlık atarmış. Şimdi o da

Kivi’ye ve kedilere alışmış durumda. Yaz aylarındaki ayrılığın tatil nedeniyle

olduğunun farkında mı Kivi bilmem. Ama şimdi bu ayrılığı, uzaklığı, mesafeyi

derinden hissetmiş olacak ki önüne konulan mama ile hiç ilgilenmedi bile. Yüzü kapı

ve asansörlerin olduğu yönde minyatür bir sfenks gibi durdu. Bu durumunu bozan

asansörün kata geldiğini haber veren zil sesi oldu. O zaman o sese yönelip gelenler

arasında can dostu olup olmadığına baktı. Ben sabırla beklemenin ne olduğunu onda

gözlemledim. Ben sabırsızımdır. Fazla beklemeyi sevmem. Ama o sabır sözcüğünün

ne olduğu davranışlarıyla ortaya koydu. Birini beklemenin ne demek olduğunu

hatırlattı.

Her seferinde asansörün olduğu yöne çevirdi başını baktı gelen beklediği değil bu

sefer ana ana kapıdan girenler arasında o var mı diye bakındı. Arık o da can

dostunun nereden nasıl gelebileceğini tahmin edebiliyor. Durduğu yer de bunun için

stratejik. Gelebileceği iki hatta üç yeri de bakışlarıyla kontrol altında tutuyor. Canlı bir

panotpikon sanki o. Merkezi noktada can dostunun gelebileceği üç noktaya bakıyor.

Biri asansör, diğeri merdivenler sonuncusu ise ana giriş kapısı. Başka seçenek yok

zaten. Kedi zekası diye bir şey var mı bilmem ama zeki olduğu kesin.

Bu bekleyiş yarım saati geçti. Bu süre içinde düş kırıklığı yaşadı mı? Bu onu derinden

etkiledi mi? Çünkü onun da anlamakta zorlandığı bir süreç yaşanıyor. Haftanın 5

günü olan can dostu ayağının kırılması nedeniyle iki gündür yok. Onun bunu

anlaması zor. Zira alışık olduğu bir rutinin dışında –can dostu her zaman 08.15-08.25

saatleri arasında ofisinde olur, ama şimdi yok. – Artık bir rutinden mahrum kalmış

durumda. Tüm ilişkiler belirli rutinlere dayanır. Bu rutinler alışkanlık yaratır. Rutinler

ilişkide olanları birbirine yakınlaştırır, aralarındaki bağı güçlendirir. Rutinin bozulması

ilişkilerde gevşekliğe yol açar. Kivi de belli ki o rutini arıyor. Ama bir süre bu rutin

gerçekleşmeyecek zorunlu nedenlerle çünkü can dostu ofiste sürekli çalışmaya

Şubat ayının başında başlayacak. Kivi’nin bunu anlaması zor. Bunun ikisi arasındaki

ilişkilere nasıl yansıyacağını zaman gösterecek. Her ilişkide olduğu gibi ikisi de

karşılıklı çaba ile bu sorunu belki aşabilirler.

Kivi önce yemedi ama açlığa dayanmak mümkün mü? Bir saat sonra onu can

dostunun odasında yerdeki mamayı yerken; kabın içindeki suyu içerken gördüm.

Ancak son zamanlarda bir şey dikkatimi çekti: Eskiden hamile gibiydi yürürken karnı

sallanıyordu. Şimdi öyle değil. Biraz kilo kaybetmiş. Stresten olabilir mi? Ya da bu

süreçte bir düş kırıklığı mı yaşıyor? Canlılarda bu durum nasıl seyrediyor? İnsan

psikolojisi konusunda okumalar yapıyorum yeni şeyler öğreniyorum. İnsanların

davranışlarındaki motivasyonu anlamaya, çözümlemeye çalışıyorum. Hayvanlarda

durum nasıl bilmiyorum. Ama hayvanların da sevdiklerinden uzaklaşmanın stresini

yaşadıklarını anlatan haberler var zihnimde canlanan. Düş kırıklığı insanları da

hayvanları da etkiler. Beklenenlerin yaşanmaması, umulanın olmaması nasıl insanda

derin bir keder yaratırsa hayvanlarda da o boşluk, eksiklik duygusu olur gibi geliyor

bana. Yerine bir şey koyamama, sadece onunla kendini daha iyi hissetme hali. Kivi

için de öyle olsa gerek.

Kivi, can dostu odada olduğu zamanlarda ya kapının karşısındaki masanın önündeki

koltukta ya da can dostunun koltuğunda uyurdu. Onun kokusunu hissetmek ve

yaşamak için. Nasıl iki insan arasındaki çekimin olmasında bu insanların birbirine

âşık olmasında feromonun etkisi varsa acaba hayvanlar açısından da can dostlarının

kokuları onlar için bir bağlılık yaratıyor mu? Yaratmasa neden onun koltuğunda

uyumayı, onun varlığı ile iç içeymiş gibi olmayı tercih etsin ki? Oda da ikinci bir kedi

daha var. Ondan daha iri. Onun bir adı yok şimdilik. O Kivi gibi şanslı değil henüz.

Alacalı-bulacalı kedi denilebilir üç renkli olduğundan şimdilik. O, can dostunun

koltuğunda uyukluyor. Kivi ise can dostunun masasının karşısındaki koltukta…

Aslında can dostu da zaman zaman o koltuğu oturur. Biz günlük işleri

konuştuğumuzda sırtı kapıya dönük biçimde o koltukta oturmayı tercih eder. Ben de

alışkanlık oturduğum yerden kapıyı görmeliyim. Sırtım kapıya dönük olmamalı. Belki

de kendini koruma içgüdüsü, güvende olduğunu hissetme hali…

Kivi’yi öğleden sonra göremedim. Aslında benim çalıştığım odanın koridorunu da

sever. Oradan pencere önünde dışarı bakar. Şimdilerde bunu da yapmıyor.

Alışkanlıkları değişiyor mu? Yoksa can dostunu görmeyişinin kederini böyle mi

yaşıyor?

Belki o da can dostu ile arasındaki bağın durumunu merak ediyor insanlar gibi.

Aslında can dostunun açık ara çok sevdiği canlı o. Onunla mutlu oluyor, yüzü

gülüyor. Ona seslenirken “bebeğimm” deyişindeki vurgusu, içten ifade ediş biçimi

sevgisinin dışa vuruş biçimi de bunu ortaya koyuyor. Onun bu durumuna bir de

annesiyle konuşurken şahit oldum. “Annemmm” deyişindeki sıcaklık, bağlılık,

karşılıksızlık, teslimiyet, küçücük bir kız haline dönüş… Bir sözcüğe ruhunu katma

hali. Sözcüğü ete kemiğe büründürme durumu. Bir sözcük ancak bu kadar ağız

dolusu biçimde tüm sesleriyle dile getirilebilir. Belki bu onun için bazı özel kelimeler

için geçerli. Her haline tanık olmadığımdan bilmiyorum. Ancak o da çoğumuzun

yaptığı gibi zaman zaman kelimelerin ruhunu öldürerek konuşuyor, sınırlı hallerde

duygu durumlarını ortaya koyuyor. Belki o da Kivi gibi yaralanmaktan korkuyor. En

güvendiklerine yöneliyor hayata tutunmak, var oluşunu korumak için.

Kivi de onun yokluğuna şimdilik alışık değil. Birbirlerini 14 aydır tanıyorlar. Can

dostunun korktuğu başına gelmez diye düşünüyorum. Yani onu unutmaz.

Aralarındaki ilişki, kurdukları bağ birbirlerini yeniden hatırlamalarına yol açar.

Yaşananları bir kalemde silmek mümkün olmuyor. Kurulan bağ da bazen kopamıyor.

Kivi, bu günlerde benim bir dönem yapmayı düşündüğüm durumu yaşıyor: Görünmez

olmak. Benim o durumum kabul görmedi. Aradaki bağ gevşek de olsa sürüyor. Kivi

ile can dostunun aralarındaki bağ öyle değil. Gelişmeleri yaşayıp göreceğiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir