Kemal ASLAN-
25 Aralık 2024-patievreni.com-
Bugün her zamanki saatte geldim okula. O, yine onun kapısı önünde bekliyordu. Durduğu yerden hem kapıyı hem merdivenleri hem de asansörü görüyordu. Konumlandırma konusunda ondan öğrenecek çok şey var. Yerinde kıpırdamadan durdu. Kapıdan içeri girenler olursa o tarafa, merdivenden çıksan olursa o tarafa
yöneldi. Asansörün kata geldiğini artık o da çıkan sesten biliyor. O geldi mi? diye o yöne baktı. En az 15 dakika sürdü bu. Sonra can dostunun yan odadaki arkadaşı geldi kapıyı açtı mamaları hazırladı. Kivi, can dostunun odasındaki mamayı yedi, suyu içti. Onun için orası yani can dostunun çalıştığı mekân bir tür yuva. İnsanlar
olduğu kadar diğer canlılar içinde bir yeri yuva olması için orada kendini güvende hissetmek, başına bir şey gelmeyeceğini bilmek önemli. İnsan her mekânda yuvada olduğunu hissetmiyor ki. Her yaşanılan ev yuva anlamına da gelmiyor. O yeri yuva yapan yaşananlar, kendini ortaya koyarken sakınımsız davranmaktır öncelikle.
Toplumsal yaşamın kurallarının o sınırlar içinde gevşemesidir. Yuva mahremiyet alanı olduğundan kişi kendiliğini en çıplak halde yaşar. Maskesizliğin olduğu yerdir yuva. İletişim ve etkileşim vardır. Ötekinin seni dikkate aldığı senin de ötekiyle empati kurduğun mekândır yuva. Sevgi ortamı ve sıcaklığının bulunduğu “Kim ne der” diye
düşünmediğin bir yerdir yuva. Kivi için de böyle bu sanırım. O en çok kendini can dostunun ortamında rahat hissediyor. Yoksa hep tedirgin, ürkek. Özellikle koridorda
olduğunda bunu görmek mümkün.
Aslında kediler yaş mama verenlere bağlanırlarmış Kivi öyle değil o kuru mama verene daha çok bağlı. Can dostu bir gün yan odadaki yakın arkadaşını kastederek “Ben de yaş mama verebilirim ama onunla ilişkisi azalır.” demişti. Böyle bir empati kurması, incelikleri sürdürmesi diğerinin ya da diğerlerinin bunu fark etmeden, sözcüklere dökmeden yapması onun farklı bir yanını tanımama yol açmıştı. Ama her durumda böyle davrandığını söyleyemem bazı olayları değerlendirmede çok düz baktığından birkaç ay sonra gerçekliği kavrayabiliyor. Gerçi en önemli özelliği bu
tutumunu sonra söze dökebilmesi. Yani anlamadığı, anlamak istemediği durumları sonradan analiz edebiliyor. Bu onun geç de olsa yaşadığı olayları yeniden yeniden çözümlediğini gösteriyor. Bu olumlu özelliği. Kivi’nin ona bağlanmasının nedeni bence ötekinin daha çok mekanik bir ilişki kurması. O, mamasını, suyunu hazırlıyor hatta okulun farklı yerlerindeki kakasını temizliyor ama derin ve sıcak bir ilişki kuramıyor. Ya da ben öyle değerlendiriyorum.
Unutulmaması gereken bir şey de can dostunun ona sevgiyle yaklaşması. Kadın duyarlılığını, inceliğini cinsdaşına yani Kivi’ye göstermesi. Ona hem bir bebeği hem de bir arkadaşı gibi davranması. Gündelik yaşamda pek kullandığını görmediğim sevgi sözcüklerini ondan esirgememesi. Ben bu konuda onu “sevgi sözcükleri cimrisi” olarak görürüm. Bunu kendisine de dediğim için yazmakta bir beis yok. Kivi için o hem bir simgesel anne hem de bir arkadaş. Kivi günün büyük bir bölümünü onun odasında –o varken- geçiriyor. İnsan sevmediği birinin yanında olmaz. Onunla zaman
geçirmez. Bu kural diğer canlılar için de geçerli. Sevildiğini hissediyor Kivi. O da sevgisini kendince gösteriyor. Bugünlerde can dostu okula gelemediğinden aralarında bir ilişki yok. Tersine zorunlu bir mesafe var. Birbirlerini görmeseler de yaşadıkları var aralarındaki bağı hatırlatan. Oluşturdukları anılar var bir kalemde
silinemeyecek. Tanıklıkları var farklı duygu durumlarını yaşadıkları. Hepsinden önemlisi onları birbirine bağlayan, birlikte oluşturdukları ortak geçmişleri var. Aralarındaki bağ ne kadar güçlü? Zamanın akışına dayanacak mı? Bir unutuş mu
olacak yaşadıkları geçmiş zamanın parantezine alınan? Silinip gidecek mi her şey. Yaşayıp göreceğiz.