
Kemal ASLAN (patievreni.com)-
Siz hiç ruhunuzu aydınlatan, yaşadığınız hayattaki sıkışıklığı aşmanızı sağlayan biriyle tanıştınız mı? Dünyanın sıkıcı, boğucu hallerinden, baskısından uzaklaşmanızı sağlayan, farklı hayatları yeniden düşünmenizi sağlayan biri. Öyle nobran değil, incelikleri, nezaketi bilen biriyle… Sizin gözlerinizde ışığı arayan, size ışık saçan biriyle… Öyle biri varsa hayatınızda şanslısınız. Benim böyle bir arkadaşım oldu: Serviste tanıştık. Şanslıydım. İki yıldır aynı ortamda çalışmıyoruz. Ama arada sırada yazışıyoruz, telefonla görüşüyoruz. İnsani haller üzerinden anlaşıyoruz.

O, bir yıldır Tekstil Kent’te çalışıyor, alanında uzman ve oldukça nitelikli. İşinde de titiz. Sabahları erken saatte sekiz gibi işyerinde oluyor. Kendine söz söyletmeyi sevmez, işinin gereği neyse onu yapar. Bugünlerde onun sevimli bir arkadaşı oldu.
Can dostu: Prenses. Adı gibi gerçekten sakin, sessiz. Arkadaşımın geldiğini görünce hemen onun masasına çıkıyor, onunla bir süre oturuyor. Aralarında sevgi bağı kurulmuş. Aslında başkalarına kendisini sevdiren kedilerden değil. Sevgisizliği yaşamış, o yüzden her insana yaklaşmıyor; seçiyor kime gideceğini, kimi seveceğini. Zor bir hayatı olmuş. Patronu dört yıl önce sokakta bulduğunda çok kötü durumdaymış, yaşayıp yaşayamayacağı belli değilmiş. Veterinere götürülmüş, uzun süre özenle bakılmış, kendini toparlamış. Her canlı gibi kendine emek vereni unutmamış o da. Sabahları patronun ofisinin önünde bekliyormuş. O, içeride olsun olmasın ofisin ışığı açık olunca insanın içini hüzne boğan ağlamaklı bir sesle miyavlıyormuş: “Beni odana al”, diye. Bağlılık belki de bağımlılık böyle bir şey. İnsan
gibi diğer canlılarda kolay kolay vazgeçemiyor. Bende de bağımlıyım. Kökeni annemle olan ilişkime dayanıyor. Birbirimizi çok severdik. “Ben en çok annemi sevdim” sözü bana uyar. Çok emekleri oldu, benim bugünlere gelmemde. Her zaman yanımdaydı. O yüzden kolay kolay terk edemiyorum. Bu durumun son zamanlarda giderek farkındayım. Farkında olmak

aşmanın ilk adımı. Ama Prenses farkında olmayacak, o hep kapıda ışık gördü mü patronun onu içeri alması için kendince yalvaracak. Patron, içerideyse onu yayına alır, beslermiş. Patrona yönelik sevgisi boşuna değil; kuru ve yaş mama emrine hazır. Üstelik yatması için elektrik yatak da bulunuyor. Tırmalaması için de bir küçük yer yapılmış. Rutin kontrolleri için veteriner ofise geliyor; anında müdahale yapılıyor.
Çoğu kedinin bulamadığı bir olanak. Onun rahatı için gerekli özen gösteriliyor. Geçmişte sokakta yaşadığı zor günler düşünülürse şimdi oldukça iyi bir ortamda yaşıyor. Geceleri hiç uyumuyormuş, sanki ofisin gece bekçisi: Küçük Murteza! Gece her şey ondan sorulur! Gündüzleri ise beslendikten sonra istediği yerde uyukluyor. Bu bazen bir masa, bazen bir koltuk oluyor. Ama uyuyacağı yer konusunda da seçici.
Öyle her yerde, herkesin koltuğunda uyumuyor! Sabahları artık önce arkadaşımın geldiğini görünce doğrudan onun masasına geliyor, bilgisayarının önüne klavyenin üstüne uzanıyor. Ona güveniyor, aradığı sevgiyi
bulduğunu biliyor. Çünkü arkadaşım da insanların kötücül yanlarıyla çok muhatap olduğundan insanlardan çok can dostları seviyor. Hayvan sezgisi belki de o da anlıyor bu durumu. Seven insan sevildiğini her zaman hissetmez mi? Sevgi, yaydığı ışık dolayısıyla karşısındakine olumlu enerji verir. Bu enerji, karşı tarafa da geçer. Karşılığı olmasa da birinin bizi sevmesi, bizi düşündüğünü göstermesi, bizi etkiler. Belki o kişiye karşı tutku, arzu, aşk hissetmeyiz ama yine de yakınımızda olsun, bizimle ilgilensin isteriz. Öyle de, ilgisini, yakınlığını göstermeyene uzun süre tek yanlı ilgi, yakınlık gösterilemez. Çünkü hayatta alma-verme dengesi var. Kediler bunu biliyor!
Arkadaşıma başını, sırtını okşatıyor, poposuna vurmasına izin veriyor. Zaman zaman mırlama ya da gırlama sesi çıkarıyor mutlu olduğunu belli etmek için. İnsanların yüzü gülüyor mutluluk anlarında ama birbirlerine yaşadıkları anın mutluluğunu söyleyemiyor. Mutluluk utanılacak bir şey gibi yaşanıyor. Kediler öyle değil! Dürtülerini ortaya koyuyorlar; insanlar korkuyor, “yanlış anlaşılırım” diye düşünüyor. Arkadaşım, gırlama ya da mırlama nedeniyle yaydığı frekansın kendisine de iyi geldiğini söyledi. O, meraklı olduğundan araştırmış mırlama (gırlama) sesi kalp
ritmine de iyi geliyormuş. Kalp rahatsızlığı olanlara kardiyologlar kedi bakmalarını tavsiye ediyormuş. Bunu arkadaşımın tanıdığı bir kardiyolog da teyit etmiş. Arkadaşımın mamasına uzandığında patileriyle onun ellerine dokunmayı seviyormuş.
Kedilerin yanaklarının ve burunlarının yanlarında koku bezleri var. O nedenle arkadaşımın yüzüne, ellerine o bölgeleriyle dokunuyormuş. Bir anlamda kokusunu arkadaşıma sürüp “sen benimsin, benim bir parçamsın” demek istiyormuş. Her
ilişkinin olumlu ya da olumsuz iz bırakması gibi Prenses de iz bırakmayı seviyormuş. Bir anlamda başka bir kedi gelip onu sevsin istemiyormuş. Sevmek, sevileni paylaşmamak değil mi? O da öyle yapıyor! Başka biriyle paylaşmaya tahammül edemiyor. Biz insanlar “kıskançlık” diyoruz bu duruma. Onların lügatinde bu kelime var mı? Bilemedim.
Adı gibi bir kedi Prenses: Asil, herkese ilgi göstermiyor, herkesle yakınlık kurmuyor, arkadaşım gibi. Kime gideceğini, ne kadar süre kalacağını, sevgi gösterip göstermeyeceğini o belirliyor. Uyumadığı zaman kendisi için hazırlanmış oyun
sahasına gidiyor. En çok topla oynamayı seviyor. Çocuklar gibi kendi zamanın akışına bırakıyor kendini. Yorulunca yine bir köşede uyukluyor. Eskiden yalnız değilmiş, Gece adlı simsiyah erkek bir kedi varmış arkadaşı. Onunla zaman zaman araları iyiymiş. Farklı cins olmanın çekimini de yaşıyorlarmış bazen. Arzularını, dürtülerini mahremiyet içinde yaşıyorlarmış. Bir yıl önce Gece, 8 kat yükseklikten düşmüş; ondan sonra Prenses yalnız kalmış. Birini kaybetmenin
kederini, derin hüznünü yaşamış, sessizleşmiş, depresyona girmiş, tedavi görmüş. Şimdilerde yas sürecinden çıkmış. Belki de yeni arkadaş edinmek ona da iyi geldi. Çünkü her arkadaşlık eskiyi aşmanın bir yoludur: Eskinin yerini tutsa da tutmasa da.
