Kara Kedinin Rutini

Kemal Aslan-

Kedilerin de diğer canlılar gibi bir rutini var. Yeme, içme uyuma, yatma vb. Ben kara kedinin rutinlerine sabah 08.20-17.00 saatleri arasında daha çok tanığım. Yani mesai saatlerimle sınırlı ona tanıklığım. Bazen 17.30- 18.00’e kadar da uzuyor bu tanıklık.

Kara kedi, aslında öyle dememeliyim. Çünkü onun bir adı oldu: Kivi. Bu adı yeşil gözlerinden dolayı ona verilmiş. Ben de birkaç gün oldu önce öğrendim bunu. Kara kedi yeni adıyla Kivi, güne nerede nasıl başlıyor pek bilmiyorum. Can dostu da bilmiyor. Bildiğim saat 08.15-08.20 arasında sanki nöbetteymiş gibi can dostunun kapısının önünde beklediği. Akşamdan sabaha kadar bir şey yemediğinden aç ve can dostunun ona kuru mama vereceğini biliyor. Bu içgüdüsel bir durum. Yemeğini kapıya yakın yerde yiyor. Su tası da hemen yanında. Ancak her an tetikte olduğundan yüzü kapıya dönük biçimde açlığını, susuzluğunu gideriyor. Başka kediler de olduğundan belki saldırırlar diye öyle yapıyor. Varlığını koruma kaygısı. Tüm canlılarda olduğu gibi.

Kara kedi biraz ürkek çünkü türdeşleri tarafından zaman zaman hırpalanmış. O yüzden pek arkadaşı da yok. Öyle oynaştığı biri de. Mart ayı kızışmalarını onda görmedim mesela. Yanına bir erkek kedinin yaklaşmasına izin verdiğini de.

Kısırlaştırmanın etkisi mi?

Kediler can dostlarına benzermiş. Can dostu da görev gereği dışında herkesle samimiyet kurmaz. Sınırlı sayıda görüştüğü kişi vardır. Gerçi onun da son dört aydır daha yakın ve derin görüştüğü bir arkadaşı olduğu söylenebilir. O da ilişkiler konusunda yaralı. Kediler ve can dostlarının hayat hikâyeleri birbirine benzer denilir.

Ne kadar doğru bilemedim ama benzerlikleri olduğu su götürmez. Kuru mamadan sonra mutlaka yan odada ıslak mama yemeyi de tercih eder. Bugünlerde kilo aldı. O kadar enerjisi yok ve hareketli de değil. Yürürken karnı hamile

gibi sallanıyor. Ama kısırlaştırıldığından bu mümkün değil. Karnı doyduktan sonra yeniden can dostunun odasında şimdilerde kimsenin oturmadığı ikili masanın önündeki bordo rengi sandalyelerin üzerinde uyumayı tercih ediyor. Ama yüzü kapının yönüne doğru. Tetikte her an bir şey olabilir duygusuyla yaşıyor demek ki.

Hırant’ın “ güvercin tedirginliği” imgesi daha derin ve kederli bir anlam kazanıyor şimdi. Yaşanmışlıkların insan üzerinde yarattığı etki. İnsanlardaki travmaların benzerinin hisseden, bağ kuran diğer canlılarda olmaması mümkün mü? Hayvan

bilimci değilim ama aklım, sezgilerim “mümkün” diyor, birden. Öyle olmasa can dostunu yitiren bir köpek günlerce onun mezarı başında kalır mı? Ya da yıllar önce Cengiz Erdil’in Türkiye Gazeteciler Cemiyeti televizyon haberciliği ödülünü aldığı Yalova dönüşünde otomobilin ezdiği yavrusu başından ayrılmayan kedinin hikâyesi

yaşanır mıydı? Böyle örnekler çoğaltılabilir. Nasıl ki insanlar arasında kurulan bağ, samimiyet ve güvenle inşa ediliyorsa insan ve diğer canlılar arasındaki ilişkide de bu geçerli. Kara kedi için en güvenli yer belli ki can dostunun ofisi. Orayı kendi yuvası gibi bellemiş. Birkaç gün önce can dostuna Fatih Belediyesinin kartondan kedi evi hediye

edilmiş. Ama onun içine girdiğini daha görmedim. Belli ki kara kedi yeni adıyla Kivi alışkanlıklarından vaz geçmek istemiyor. Alıştığı koltukta uyumak en büyük zevki.

Can dostu onun rahatsız olmaması için elinden gelen gayreti gösteriyor. Üstelik aralarında sessiz bir anlaşma var gibi. Eğer can dostu iş gereği görüşme yapacak ise ve uyuduğu koltukta biri oturuyor ise o can dostunun her zaman oturduğu kollukta uyumayı tercih ediyor. Onun kokusuyla rahatlıyor belki de. Hani bebeğin annesinin

annenin de bebeğin kokusunu alması gibi. Aslında aşk da feromon kokusuna dayanmıyor mu? Kokular her zaman önemli. Sadece insanı değil diğer canlıları da alıp götürüyor. Can dostu ile kara kıza mutlaka dokunur ve başını sırtını okşar. Bu günün farklı saatlerinde ikisi arasında yaşanan bir rutindir. Zaten can dostu sabah onu kapısının önünde gördüğünde kelimelerin üstüne bastırarak içten sevecen sıcak sesiyle “kara kızımmm” diye ona coşkuyla seslenir. Her sevilenin sevildiğini hissetmesi karşısındaki yarattığı memnuniyet hali, sevilmiş olmanın rahatlığı kara kediye de yansıyor. İnsan gibi diğer canlılarda da bağ kurmak, onaylanmak, aidiyet hissetmek istiyor. Yani ötekinde var olduğunu, ötekinin ona değer verdiğini… Kara kız bu konuda şanslı. Bence can dostu da ikisi de birbirlerine bu duyguyu verebiliyorlar. Kara kız tuvaletini yan odada onun için hazırlanan kumlu küçük alanda yapıyor. Ben birkaç kez tanık oldum. Öyle sırnaşık kedi değil. Ürkek. Bu satırları yazarken can dostunun odasının önünde dışarı doğru bakıyordu. Aslında hep bir tedirginliği var. Sanki kaçıngan bağlanmayı biliyor bir tek. Yaşadıklarından deneyimlediği bu. Bu yazıyı yazma nedenim dünkü tanıklığım. Can dostu izinli olduğundan yoktu.

Sabah geldiğimde kapısının önünde her zamanki gibi yüzü giriş kapısına dönük bekliyordu. Kulağı da asansörün kata geldiğinde çıkardığı zile benzer seste. Üstelik mum heykel gibi kıpırdaman bekliyordu. Asansörden kata gelindiğinin sesini duyunca o tarafa yönelip can dostunun gelip gelmediğine baktı.

Onun gelmediğini görünce yeniden eski konumuna döndü. Bir ara kara kız diye seslendim. Daha önceki seslenişlerimde bakmazken bu kez yemyeşil etkileyici gözleriyle bana “ne var, o yok” der gibi hüzünle baktı. Hüzün hangi canlının gözünde olursa olsun beni hep etkiler. Hilmi Yavuz’un Nazım Hikmet şiirinde yazdığı gibi

“hüzün ki en çok yakışandır bize/belki de en çok anladığımız” .Hüzünlü bir coğrafyanın mazlum, mağdur çocuklarıyız belki de ondan bu dizeler bizi yansıtıyor. Birinin yokluğunun yarattığı etkinin ne olduğunu bilsem de yaşasam da başka bir canlıdaki tesirini kara kedi üzerinden bir kez daha dün deneyimledim. O, can

dostunun odası açılınca orada yemeğini yedi, suyunu içti her zamanki gibi. Sonra odanın önünde gözleri dış kapıya bakar gibi bekledi. Belki de Nazım’ın şu şiirini bilseydi onu söylerdi: “saat dört yoksun/ saat beş, yok/altı, yedi, ertesi gün/daha ertesi/ve belki kim bilir…” Gerçi can dostu yarın gelecek ama o aşina olduğu bir rutini

bugün yaşayamadı. Gerçi hafta sonları da cumartesi ve Pazar günleri de benzer durumla karşılaşıyor. Can dostu o günlerde çalışmadığı için gelmiyor. Acaba o bu beş gün var, iki gün yok ritminin farkında mı? Son 14 aydır bu durum yaşandığına göre bence o buna alışmıştır. Bence can dostunun olması gereken beş günün birinde

olmayışını anlayamamıştır. Can dostu da son günlerde oldukça yorgun ve mutsuz. Onun da en mutlu anları kara kızla geçirdiği zamanlar. Eskiden öyle değildi. Demek ki aralarında bağ oldukça güçlenmiş. “Sevgi emektir” sözü onların aralarındaki ilişkide de gerçeklik kazanıyor. İkisi de birbirlerinin farkında. Kara kedi dün ne olduğunu pek

anlayamadı belki de. Keşke Hazreti Süleyman’ın ya da Tarzan’ın yetenekleri olsa onunla konuşabilsek. Ona seslenebilsek. Aramızda sözel bir iletişim olsa. O zaman anlaşmak daha kolay olur mu? İnsanlar bile birbirini anlamaktan bu kadar uzakken?

Kara kedi dün umutsuzca bir süre bekledi can dostunun gelmeyeceğini fark edince o da hep durduğu koridordan uzaklaştı. Ben sonradan böyle olduğunun ayırdınavardım. Zira, o, dün hep yaptığı gibi can dostunun odasında uyumadı. Nasıl kiinsanlar bir kederi, hüznü yaşamaktan kaçarlar belki de o da öyle yaptı. Bildiğim kadarıyla bir arkadaşı da yok. Çünkü insanlar böyle durumlarda biriyle olmayı tercih eder, ya da başka biriyle vakit geçirerek yaşadıklarını unutmaya çalışır. Kara kedinin böyle özelliği yok. Çünkü arkadaşı da yok! O, eskilerin deyimiyle “nevi şahsına

münhasır.” Demek ki o, kederini, hüznünü herkesten uzak kendi başına yaşamayı tercih ediyor, çoğu insanın yapamadığının tersine. Ataol’un çok sevdiğim Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var şiirinin dizesi geliyor aklıma: “ kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle…” Çoğu insan için bu zor ama…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir