Kemal ASLAN-
11 Ocak 2025- (patievreni.com)-
Bugün sınavım olduğundan okula geldim. Ama her zamankinden iki saat sonra. Aklımda Kivi vardı. Onu görebilecek miydim? Ofisimin bulunduğu koridora girince yan odanın kapısının açık olduğunu Kezban ile gri renkli kedinin kuru mama yediğini gördüm. Kivi için de bugün farklı olmuştur. Çünkü o, hafta sonları ili gün yemek ihtiyacını kendi karşılamak zorunda. Bu onun alıştığı bir rutin. Uzaktan yan odaya baktığımda genç bir arkadaşın en dipteki masada oturduğunu gördüm. “Kivi nerede?” diye sordum. O da “mamasını yedi, gitti, buralardadır” dedi. Ben bir an göremeyeceğim endişesine kapıldım.
Onunla sabah karşılaşmayı isterdim ama sınavım 12.00’de olduğundan biraz geç geldim. O, her sabah belli bir konumda -hem asansörü hem de kapıyı görecek biçimde- oturuyor. Can dostu geldiğinde onu görmesi için. Yani karşılaşmayı
tesadüflere bırakmıyor. “Ben buradayım, bekliyorum” mesajını veriyor. Üstelik öncelik verdiği, kıymetlisi olarak gördüğü başta can dostu olmak üzere onların odalarında zaman geçiriyor. Sonra da kendisiyle ilgilenen, değer veren insanların bulundukları odaları zaman zaman dolaşıyor. Bir anlamda kadir kıymet biliyor. Ancak bazı insanlar kıymetlisi olarak gördüklerine yapılan dokundurmalara yanıt olarak “o, benim kıymetlim” mesajını onunla karşılaşma, konuşma zeminini de ortadan kaldırarak gözünüze sokarcasına veriyor. Yani size bir anlamda ayar veriyor ve “haddinizi bilin” diyor. Arkadaşlığınızı tırnak içine alıyor bir anlamda. Bilinçli ya da bilinçsiz. Belki de günlerdir arkadaşıyla görüşmediğinden, onu özlediğinden böyle bir davranışta bulunuyor. Bu, bir tercih. Doğal karşılamak lazım ve böyle tür olaylarda “durumdan vazife çıkarmak” gerekiyor. Bence bazılarının Kivi’den öğrenecekleri şeyler var. Ya da tersi Kivi’ye öğretmeleri gerekenler var. İkisi de geçerli. Odamın kapısını açmaya çalıştığımda Kivi’nin birden karşıma çıktığını gördüm.

Karlılaşmanın sevinci kapladı bedenimi. Yüzüm güldü. “Kızım” dedim birden. Yemyeşil gözleriye bana baktı. Önden geçmesine fırsat verdim. Uzaktan izledim. Bu kez Girişteki sol masadan başlayarak üç masayı da kokladı. Ama en çok Mehmet Hoca’nın masasında kaldı. Masanın üzerinde kaldı. Yazıcı dikkatini çekti. Sonra yeniden benim üzerinde kitaplar da bulunan dolabımın üzerine çıktı biraz durdu. Ardından pencerenin önündeki çiçeklerimin bulunduğu yere geldi ve dışarı baktı. O, burayı çok seviyor nedense. Dışarıyı daha ney gördüğü için mi? Can dostunun odasında böyle bir manzara yok!. Sonra aheste aheste çıktı. Koridorda açık olan ilk odaya girdi. Ben merakla ne yapacağını beklerken o da dekanlık bölümünde dolaşıyordu. Bugün sanki hayatının büyük bölümünün geçtiği bu mekânı daha yakından tanımak istiyordu. Meraklı.

Ben sınavımın başlayacağı düşüncesiyle koridordan ayrıldım. Meğer sınavım bir saat sonraymış. Ben de ofise dönüp günceyi yazmayı düşündüm. Odama girecekken yeniden Kivi ile karşılaştım. Sanki o da odama gelmek istiyordu. Bana aralıklarla uğrardı ama ilk defa aynı gün içinde ikinci kez odama uğradı. Zihnimden geçenleri mi sezdi? “Yoksa ben sana değer veriyorum mu” demek istedi? Yoksa can dostu olmadığı için beni stepne olarak mı gördü? Sorular çok. Onun zihnine giremem ve zihnini okuyamam. O, bana geldi, birlikte az da olsa zaman geçirdik. Hangi nedenle yaparsa yapsın sonuç bu. En azından ben mutluyum. O da güvende hissetmese gelmezdi. Üstelik bir süre masanın altında uzandı. Ama en çok Mehmet Hoca’nın masasını sevdi. Bir ara gitti sandım. Meğer bilgisayarın önündeymiş. Sadece kulakları görünüyordu. Sonra yoruldu ve Mehmet Hoca’nın koltuğunda uzandı, bir süre uyudu.
Onunla zaman geçirmek içimdeki olumsuz duyguları azalttı. Hatta başını okşamam için yanıma geldi. Bu küçük temaslarla incelikleri korumak önemli. Sınav sonrası onu can dostunun odasının karşısındaki otomatın yanında mamasını yerken gördüm. Benim peşim sıra geldi yeniden dekanlık bölümüne gitti. Onu oradan çıkardım hapis gibi kalmasın diye. Beni dinledi. Aramızda bir iletişim var. Bu monolog mu? Diyalog mu? Beni dinelemeye başladığına göre daha çok ikincisi.