Kivi’nin Güncesi: 13

Kemal ASLAN-
9 Ocak 2025-(patievreni.com)
Sabah ilk servise bindiğimden okula erken geldim. Kivi’nin yerinde üç renkli kedi
vardı. Onun adı yok şimdilik. Nedense renleri üzerinden tanımlanıyor. Belki onun da
adı olur bir gün. Kivi ordan çekindiğinden daha gerideydi. Ben müdahale edip üç
renkli kediyi uzaklaştırınca Kivi her zamanki yerinde durdu. O bu konumu
benimsemiş. Önce her zamanki gibi “Kara Kız”, dedim birkaç defa bir kere yüzünü
çevirip bakınca arkasından “fıstık” diye seslendim. Can dostu duysa “cinsiyetçi”
olarak nitelendirirdi bu sözümü. Arkasından da “yokluğumda kızıma asılma. Ayıp
Ayıp” derdi. Yaklaşık on dakika kaldım. İki kedi arasında bir gerilim yaşanmaması
için. O sırada akşama göre daha mesafeli olduğunu gördüm. Onun açısından normal.
Kaç saattir bir şey yememiş durumda. Şuanda sevgiden çok yemeğe ihtiyacı var. Çok
bilinen sözü değiştirirsek “sevgi karın doyurmuyor.” Bunu Kivi’de de gördüm. Ben
zaten Kivi için üçüncü şahısım. Can dostunun odasında tanıştığı, zaman zaman
sınırlı biçimde emek veren biri. Bu konumumu değiştirmek için çaba gösterme yanlısı
değilim. Bir ihtiyaç durumunda bu konumu değiştirebilirim. Yoksa var olan dengeleri,
tercihleri değiştirmek gibi bir niyetim yok. Her zaman olduğu gibi tercihlere saygılıyım.
Kivi açısından da bu geçerli.

Baktım birbirlerinin alanlarına girmiyorlar, aralarında bir kabulleniş var ayrıldım. 4-5
dakika sonra iki odanın da kapısı açıldı.
Kivi bugün uzun zamandır ilk defa can dostunun odasına uğramadı. Koridordan
geçerken hep gözüm onu aradı. Sonra bir ara yan odada bir can dostunun sıkça
oturduğu koltukta uyuduğunu fark ettim. Onun kokusundan vaz geçmemişti. Ya da
can dostu olmasa da kokusunun olması yeterliydi.
Neden böyle yaptı diye düşünürken can dostunun odasına baktığımda mama ve
suyun olmadığını gördüm ilk defa. Belki bundan o can dostunun odasına hiç gelmedi.
Ya da “Kivi’nin yan odada kalması için böyle yapılmıştır” diye içimden geçirdim. Belki
fesatlığımdan böyle düşünüyorum.

Kivi, yaklaşık altı saat yan odada uyudu sanırım. Çünkü uyumadığı zaman koridora
çıkar, dolaşır. Koridorda karşılaştım onunla. Her zamanki gibi enerjisizdi yavaş
adımlarla koridorda yürüdü. Hep yan odanın kapısı önünde durdu ilk defa.
Saat 17.00 civarında iki kapı da kapalıydı. Kivi merdivenin başındaydı. “Kara Kız,
fıstık” diye seslendim sabahki gibi. Döndü baktı bir süre. Bakıştık. Derin bir hüznü
taşıyan yemyeşil gözleri var.
Bugünlerde bir şey daha dikkatimi çekiyor: Koridorda da sabahları erken saatte
yankılanan müzik sesi o kadar duyulmuyor. Herhalde o sesi duyması istenilen kişi
olmadığından. “Ben buradayım” mesajını iletecek kişi olmayınca demek ki böyle
oluyormuş! Rahatsız edici bir durumun olmaması benim açımdan önemli. Kayıtsızlık
ve sosyal ortamlardaki özensizliğe alıştığımdan yüksek sesle müzik dinlenmesine
artık eskisi gibi tepki göstermiyorum. Çünkü biliyorum ki herkes meşrebine uygun
davranır!

Bugün üzücü bir haber duydum Mehmet Hoca’dan: Şinasi ölmüş. İkinci Blokta bir
yere düşmüş daha baharını yaşayamayan küçücük bedenini itfaiye ekipleri çıkarmış.
Ondan geriye huysuzluğu, kavgacılığı kaldı. Oysa önceki gün bizim oradaki terasa
çıkmıştı. Mehmet Hoca ile bağ kuruyordu. Ben onun Mart ayını nasıl yaşayacağını
merak ediyordum. Okuldaki tek erkek kedi öldü. Şimdi o anılarımızda yaşayacak.
Benim sınırlı anım var. Ama böyle olmamalıydı. Ölümün ne zaman geleceği her canlı
için belli değil. Yaşanan anları değerli kılmak, mutluluk anlarını çoğaltmak önemli.
Geriye “bir hoş seda” kalıyor. Hayatın ne zaman nasıl sona ereceğini bilemiyoruz.
“Ölümlü dünya” deyip bir kabullenişe sığdırıyoruz her şeyi. Şinasi’nin ne soranı ne de
arayanı var. Öyle kimsesiz gitti. Yokluğunu da pek kimse hissetmeyecek. Diğer
kedilere karşı davranışlarından dolayı sevilmiyordu da zaten. Okuldaki “Erol Taş”
sanki oydu. Bütün olumsuz sıfatları üstlenebilirdi. Geriye ne kaldı? Hayat hep yarım
ve eksik kalmaz mı? Tamamlanmışlık mümkün mü? Hafif bir burukluk var içimde.
Şinasi’yi düşünüyorum: Onu hırçın, huysuz yapan nedenleri… Hepimiz sonuçlara
bakıyoruz, nedenler üzerinde duracak vaktimiz de yok. Gülten Akın’ın İlk Yaz
şiirindeki gibi: “Ah, kimselerin vakti yok// Durup ince şeyleri anlamaya…” Böyle bir
zamandayız…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir