Kemal ASLAN-(patievreni.com)
Akşamın tersine sabah ilk servisi kaçırdığımdan iki kapı da açıktı. On dakika ne kadar
çok şeyi değiştiriyor. Oysa güne onunla başlamayı onu kapının önünde beklerken
görmeyi istiyordum. Bazen istek ve arzularımız gerçekleşmiyor. Ben bunu bilebilecek
yaştayım. Yaşadıklarım da bunu öğretti bana. Öğrenilmiş çaresizlik değil benimki.
Olanı, olabilecekleri kabullenmek o doğrultuda davranmak. Bu başka olasılıkların
hayatımda gerçekleşmeyeceği anlamına gelmiyor ki. Yaşam belirsizlik içeriyor.
Öngörül(e)mez olan insanı tetikte tutuyor her daim.
Kivi, can dostunun odasında yüzü kapıya dönük mamasını yiyordu. Suyu azalmıştı
biraz. Belki de sabaha kadar susadığından önce suyunu içti. Ben sonra odama geçip
bugünkü günceyi yazmaya başladım.
Yaklaşık yarım saat sonra odamdan çıktığımda koridorda iki kapının ortasındaydı. Bu
sefer yüzü kapıya dönüktü. Çünkü can dostu arada bir de olsa kapıdan giriş yapıyor
artık tekerlekli sandalye ile. Eskiden asansörle gelirdi daha çok. Kivi de bu iki ayrı
gelişin farkında. Belki dün gibi onun kapıdan içeri grip “bebeğimmm” diye seslenişini
bekliyor. Alışkanlıklar sürsün istiyor. İnsan da o nedenle ilişkilerde süreklilik arıyor.
Çünkü böylesi bir durum ilişkideki insanların arasındaki bağı güçlendiriyor,
yakınlaşmayı sağlıyor. O, bugün bu tür bağdan mahrum. Bu durumlarda herkesin
yaşadığı gibi bir eksiklik duygusu yaşayacak. Geçici de olsa ayrılığın insanın içini
yakan sarı rengi ona da yansıyacak. Oysa insanın beklediği geldiğinde yalnızlığını da
unutuyor, o içine çöken yürek burkan ruh halinden de uzaklaşıyor. Bence bu Kivi için
de geçerli. Bir anlamda efkâr sinmiş havaya. Kivi’yi de etkilemiş sanki. O, can
dostunun yokluğunun onda yarattığı duyguları kelimelere dökmese de miyavlamasa
da her zamanki mahzun haliyle ne yaşadığını dışa vuruyor. Mahzunluk onun genel
ruh hali. Bunu can dostuyla aşıyor daha çok. Onu gördüğünde zaman zaman gözünü
kırpıyor. Gülümsemesini anımsamıyorum. Ama kedilerin göz kırptıklarında mutlu
olduklarını can dostundan öğrendim. Demek ki oda her davranışına bakıyor Kivi’nin.
İnsan ilişkilerinde olduğu gibi anlamaya çalışıyor. Aslında dışarıdan öyle görünmüyor.
Dün sınav görevi dolayısıyla yorgun olduğunu söyleyen genç asistan arkadaşın
yüzüne bakıp “neyin var, ne oldu” dediğinde bunu anladım. Ben onun insanların
yüzüne o kadar baktığını ve yüzlerinden yaşadıkları duygu durumlarını anlamaya
çalıştığını pek fark etmemişim. Gerçi, farklı zamanlarda onu kırdığım zamanlarda
konuşurken yüzüne bakmadığım olmuştu. Bir gün bunu kendisine hatırlattığımda beni
hayrete düşürecek bir biçimde “biliyorum” demişti. Hiç öyle birine benzemese de.
İnsanlar yanıltabiliyor zaman zaman. O yüzden ön yargılı olamamak gerekiyor.
Çocukluktan gelen yaşanmışlıklarım ve deneyimlerim bu konuda istesem de peşimi
bırakmıyor. Ama şimdilerde çaba gösterip daha çok anlamaya çalışıyorum.
Kivi’yi koridorda görünce yanına doğru yürüdüm: “Kara Kız” diye seslendim dün
akşamki gibi yüzüme bakmadan can dostunun odasının girişinde su tasının da
bulunduğu alana gitti sırtı bana dönük biçimde sakince suyunu içti. Arası açık
sevgililer ya da arkadaşlar gibiyiz onunla bugün. Yüz veresi yok bana. Olsun. İnsan
bu hayatta ne nazlar çekiyor Kivi. Seninkini niye çekmeyeyim ki? Üstelik sen
yaralısın, can dostun yok. Ben seninle de empati kurarım. Sonay’ın yıllar önce
TRT’de çalışırken söylediği söz geldi aklıma: “Abi, sen empati yorgunusun.” Belki ben
de bir zamanlar yol arkadaşımın kendini tanımlamak için kullandığı gibi bir empatım.
Kivi’ye eskiden kara kedi derdik simsiyah tüyleri olduğundan. Üstelik okuldaki 20
kediden biriydi o zamanlar ve sekizinci bloğu mesken tutmuştu. Ancak onun gibi
simsiyah tüyleri olan başka bir kedi yoktu. Yeni bir siyah kedi yaklaşık 15 gün önce
ortaya çıktı. Can dostu ona “torunum” diyor, sahiplendiğini vurgulamak için. O bir kere
bizim olduğumuz bloğa geldi. Sonra geçenlerde yazdığım gibi onu yemekhanenin
girişinde görmüştüm. Şimdi nerede? Ne yapıyor? Hiç haber yok.
Kivi, belli ki aradığı ortamı, ilgiyi, sevgiyi burada can dostunun çalıştığı ortamda
bulmuştu. İnsan gibi bir canlıyı diri tutan ilişkilerdeki bağdır. Kivi içgüdüleriyle yaşasa
da bunu daha çok seziyor bence.
Saat on bire doğru koridordan geçerken Kivi’nin can dostunun odasında olup
olmadığına baktım. Yoktu. Aslında bu saatlerde burayı terk etmezdi ama. Onun
yokluğunda yeni alışkanlıklar mı edindi?
Tuhaf bir durum oldu çalışma masamda Kivi’yi düşünürken dışardan miyavlama sesi
duydum. Kapıyı açınca Şinasi’nin bizim odanın da açıldığı küçük koridorun
penceresinin önünden dışarı baktığını gördüm. Miyavlaması devam ediyordu.
Mehmet Hoca geldi pencereyi açtı. O, dışarı çıkınca sustu. Meğer bu arada Mehmet
Hoca’nın ona dokunmasına izin vermiş. Huysuzluk yapmamış yani Şinasi. O da
değişiyor mu yoksa. Sonuçta her etkileşim, iletişim insanı değiştiriyor yavaş da olsa.
Bu değişimin izleri zamanla ortaya çıkıyor. Bir dönem benim için çok değerli olan bir
arkadaşıma onun bendeki etkisini anlatmak için “senden önce ve senden sonra diye
hayatımda bundan sonra bir ayrım yapabilirim” demiştim. Bu sözüm şimdi de geçerli.
O, her zamanki gibi böyle konularda bir şey demeden susarak dinlemişti. Ya da
konuyu suskunlukla geçiştirmişti çoğunlukla yaptığı gibi. Şinasi de belki böyle bir
dönemden geçiyordur. Ya da Mart yaklaşıyor şimdiden kendini o döneme
hazırlıyordur. Zaten hırçın, geçimsiz tavrını sürdürürse o daha çok avucunu yalar.
Ben sınav zamanı olduğundan Nebi Hocamın odasına kahve içmek için gittim. O,
gönlü zengin biridir. Yediği, içtiği şeyleri paylaşır. Üstelik size özel olduğunuzu,
değerli olduğunuzu hissettirir. Kahveyi değişik fincanlarda yanında çikolata, ceviz ya
da badem şeker ile sunar. Sohbetine de doyum olmaz. Misafir ağırlamanın nasıl bir
şey olduğunu iyi bilir. Ama her akademisyen böyle değildir. Bir arkadaşımın odasına
gittiğimde pek yapmadığım bir şeyi yaptım: Yüzsüzlük!. “Bana ne ısmarlıyorsun ya da
ne ikram edeceksin” dediğimde odasını göstererek “Benim burada yapabileceğim
hiçbir şeyim yok” demişti. Aslında incelikleri bilir ama…
Nebi Hocadan sonra yeniden Kivi nerede diye merak ettim can dostunun odasında
yoktu. “Ne oldu buna” diye düşünürken küçük koridorun soldaki penceresinden
Şinasi’nin bulunduğu yerin 180 derece karşısında olduğunu gördüm. Önce onu
fotoğrafladım. Pencerenin camı hafif açıktı. Dışarı baktığımda güvercinler terasta
bulunuyordu. O ise tünemiş olarak hareketsiz biçimde onlara bakıyordu. Bir tür
araziye uyum sağlamak ister gibiydi pencerenin kenarında. Kuyruğu arada bir
oynuyordu ve kulaklarını dikilmiş biçimde en ufak bir sese duyarlıydı. Kuşların birden
havalanışını izledi, arkalarından baktı. Belki de “nasıl kaçırdım” diye iç de geçirmiş
olabilir. Sonra pencereden terasa çıktı. Yavaş yavaş yürüdü. Hafif rüzgâr olsa da
güneş de yüzünü gösteriyordu. O, evcil bir kedi olmasına rağmen dışarıyı özlemişti.
Ömrü hep kapalı mekânlarda geçiyor. Can dostu yokken böyle bir arayış içinde
değildi. Bazı durumların eskisi gibi olmayacağını fark edince yaşanan olaylar onu da
yeni bir arayışa mı yöneltti? Can dostu geldiğinde rutinleri yeniden başlayacak ve
aralarındaki bağ daha da güçlenecek. Ancak o zamana kadar yaşanası durumlar var.
Kivi, terasın zemininde pencerenin bulunduğu duvar ile arasında yüksekliği 20-25
santim; uzunluğu on metre olan oluğa girdi. Bence avcılık içgüdüsü zaman zaman
ortaya çıkıyor. Yabanıl hayatı özlemese de… Genlerinde avcılık var. Kargalar
dolaşıyordu daha çok onu görünce de “gak, gak” diye ses çıkarıyorlardı. Belki de
türdeşlerine “aman dikkat, burada bir kedi var” mesajı iletiyorlardı. Ben pencereyi
hafif açık bıraktım onun geri gelmesi için. Oradan ayrıldığımda Kivi terastaydı.
Yemeğe gidip döndükten sonra onu ne terasta ne de can dostunun odasında
görebildim. Yine akşam saatlerinde gittiği yere mi uğramıştı. Yoksa o da rutinini
değiştirmiş miydi can dostu olmayınca? Beklentisi karşılanmayan durumlarda kimi
insanların yaptığı gibi. Bugün terastayken ona seslendiğimde birkaç kez baktı “ne
var, ne var” gibi. Dün akşamki gibi ilgisiz değildi. Onun da duygu durumu değişik.
Ayrıca o kısırlaştırıldığından dişi olma halini nasıl yaşıyor? Hormonal değişiklikler
onda nasıl etki gösteriyor? Her yakınlaşmada karşılıklı sorumluluk yaratıyor. Onun
hallerini daha çok öğrenmem gerekiyor. Can dostundan da yardım almalıyım.
Sınav sonrası geldiğimde onun can dostunun odasında uyuduğunu öğrendim. O
anını yakalayamadım. Can dostunun odasının kapısını açmam halinde uykusu
bölünmüş olacaktı. Bunu istemedi. Daha sonra sınav kâğıtlarını okumaya başladım.
Bir soluklanmak için koridora çıktığımda saat on yediydi. İki kapı da son zamanlarda
sıkça rastladığım gibi kapalıydı. İki kapının açık kalmasındaki marifet can dostuymuş
meğer onun için açık kalıyormuş. Onun olmayışı kapıların da yarım saat daha erken
kapanmasına yol açıyormuş! Hayatın ironisi böyle durumlarda ortaya çıkıyor bazen.
Koridorda rastlamadım ona. Odama döndüm 10 dakika sonra yeniden koridora
çıktığımda o da oradaydı dün akşamki gibi. Bu kez yanından geçerken durdum. “Kara
Kız” diye seslendim: Bana yemyeşil gözleriyle baktı. Onun görüş seviyesine yakın
olmak için çökerek onunla konuşmaya çalıştım. O, o sırada yerde döndü kendince
bana marifetlerini gösterdi. Ben cilveleşme diyorum bu duruma. Sonra peşimden
dekanlık idari birimlerinin olduğu yere geldi. Ancak oralarda bir yerde gece de kalır
diye onu oradan uzaklaştırdım. O da can dostunun kapısının önüne gitti yere uzandı.
Sonra dikildi ve sabahları olduğu gibi gözü dışardaki kapıda bir heykel gibi bekledi.
İşlerim nedeniyle saat on sekizde dışarı çıkarken “Kara Kız iyi akşamlar, yarın
görüşürüz” dedim. Oralı bile olmadı. Az önce onu dekanlık bölümünden
kovalamamın etkisi var mıydı? Yarın sabah beni gördüğünde ne yapacak. Kesin olan
bir şey var: Onunla aramızdaki bağ güçleniyor. Ben de ona bağlanıyorum. Birbirimize
alıştık sanki. Son zamanlarda hiç olmadığı kadar onunla iletişimde bulunuyorum. O
da benimle. Ya da bana öyle geliyor. Kesin olan bir şey var. Kara Kedi de varlığıyla
benim hayatımda da değişime yol açtı. Ben de onu görmediğim zaman “nerede şimdi
ne yapıyor” diye merak ediyorum.